Makale
İran’ı Merkeze Taşıyan Eksen Kayması
Emperyalistlerin kontrolündeki iktidarların oluşturduğu merkezi eksende büyük altüstler yaşandığından; yer, şekil, demografik ve mezhebi blok değişikliği oldu.
1.İktidarların temel yapısı ve yapılanması değişti
2. İktidarların etnik yapısı değişti: hakim etnik yapı hakimiyetini kaybetti.
3. İktidarların oluşumunda Kurumsal Topluluklar etkili olmaya başladı.
4. Siyaseti domine eden demografik nüfus farklılaştı.
5. İktidarlardaki değişiklikten dolayı Güvenli enerji yollarının ekseni değişti.
Süreç nasıl gelişti ve eksen kayması hangi parametreler üzerinden gerçekleşti ve gerçekleşiyor.
1991'de Sovyetler BirliÄŸi'nin çöküşü ile gerek küresel gerek bölgesel düzeyde birçok devletin hiç beklemediÄŸi ve çoÄŸunun hazırlıksız yakalandığı yeni bir uluslararası yapı ve yapılanma ortaya çıktı. Afrika’nın, Asya’nın ve OrtadoÄŸu’nunyeniden ÅŸekillendirilmeye baÅŸladığı bu dönemin en çarpıcı ve kafa karıştırıcı özelliÄŸi istikrarsızlık üzerinden güç devÅŸirmek olarak belirlenmiÅŸti.
Ä°stikrarsızlıkların içinde istikrarı oluÅŸturacak güçlerin oluÅŸturmaya çalıştığı dünya düzeninin aslında bir düzensizlikler yumağı olduÄŸu gerçeÄŸini 2000’li yılların başında dünyanın büyük bölümü yeni fark etti.
İstikrarsızlıklar içinde istikrarın oluşumu; Kaos düzeni:
Güçlerin birbirini dengelemede kullandıkları unsurlar ve faktörler değişti ve yeniden tanımlandı.
Avrupa birliği çözülmeye başladı, ticari ortaklıklar zayıfladı ve ortadan kalktı, devlet dışı unsurların etkinlik kazandığı ve manevra faaliyetlerini genişlettikleri bir kaos ortamı oluştu. Örneğin küresel şirketler; bilişim, tekno-bilim, petrol ve silah şirketleri gibi küresel sermaye, sahip olduğu ekonomik olanaklarla küresel güç sahibi bir devletin karar alma süreçlerini, yürüttüğü lobicilik faaliyetleri ile her zamankinden daha fazla etkiledi. Bu etkileme yoluyla şirketler verimli bir pazar oluşturma maksadıyla örneğin bir diktatörlük rejimini o devlete destekletmişler,
bir başka ülkede ise liberal ekonominin prensiplerinin oturması için küresel örgütler (İMF gibi) yoluyla o ülke terbiye edilerek boyun eğdirilmiştir.
Kaos demek kendi içerisinde çelişki ve tutarsızlıkları güç ilişkileri ile yönetmedir.
Böyle bir ortamda dünya siyasetinde aktif rol alamayan OrtadoÄŸu ve Asya Devletleri neye uÄŸradıklarını tam olarak kavrayamamanın ÅŸaÅŸkınlığı ile Batılı devletlerin etkisinde ve yönlendirmesinde kalmışlardır. Türkiye’nin Turgut Özal döneminde yaÅŸanan Körfez savasında yüklendiÄŸi rol ve beklentilerinin, bu dönemin ÅŸaÅŸkınlığına en güzel örnektir.
Körfez savaşında Türkiye’nin üstlendiÄŸi rol, kendi devlet olma bilinciyle gerçekleÅŸen bir giriÅŸim olmadığından birçok problemi daha da derinleÅŸtirmiÅŸtir. Bu durum coÄŸrafya ülkeleri arasındaki iliÅŸkileri farklı boyutlara taşıdığı gibi, bu tarihten sonra bölge ülkelerinin birbirlerine karşı deÄŸiÅŸmez bir siyaset halini alacak güvenlik eksenli siyaseti ortaya çıkarmıştır.
1990 başlayan ve11 Eylül 2001 ile derinleşen Ortadoğu ve Asya ülkeleri arasındaki en belirgin siyaset algısı güvenlik üzerine kuruldu.
Ulus Devletlerin Paranoyası; Güvenlik Siyaseti:
Kaos içerikli yenidünya düzeni, sadece pratik düzlemde değil teorik düzlemde de dünya devletlerinin aklını inşaa etmeye; Tarihin sonu, medeniyetler arası çatışma ve buna benzer teoriler üzerinden ülkelerin siyasetlerini belirlemeye çalıştılar.
Kaos için psiko-sosyal etkenler hazırdı ve harekete geçirildiğinde hem halklar arasında hem mezhepler hem de ülkeler arasında ilişkiler kendi kontrollerine hemen geçecekti.
16. Yüzyıldan itibaren baÅŸlayan ve 20’nci yüzyılın ortalarına kadar devam eden Avrupalı emperyalistlerin Asya'yı ve OrtadoÄŸu’yu dizayn etme ve dizayn yoluyla sömürme giriÅŸimlerinin temelini oluÅŸturan yapay sınırlar ve bu yapay sınırlarla ortaya çıkan ulusal devletlerin inÅŸa edilmesi istikrarsız yeni dünya düzeninin temel paradigmasını oluÅŸturmaktadır.
Bilinçli bir sınır çizimleriyle biçimlendirilen ulus devletler ahenksiz toplumsal bir mozaiğe sahip oldukları için, ülkeler suni üniteler / üniter yapılar arasındaki gerginlikler içerisinde sürekli varlık sorunu yaşamak zorunda bırakılarak, toprağın (vatanın) zihinsel olarak bütünlenmesinin iklimi yok ediliyordu.
Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleri bu tür bölünük ülkelerden oluşmaktadır. Yakın tarihimize dikkatlice bakıldığında 1991 yılındaki Sovyetler Birliği'nin dağılması ile ortaya çıkan Orta Asya cumhuriyetlerinin her birinin etnik yapısına bakıldığında bir devlet olarak; dış politika, güvenlik, savunma ekonomik ve siyaset açısından bir bütünlük oluşturulması mümkün olmayan bir sosyolojiye sahip olduklarını görürüz.
Orta Asya Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını elde ettikleri 1991 yılında bir ulus için hayatı önem taşıyan etnik köken, dil, kültür, din, gibi benzerlikler yerine genelde Sovyetler Birliği tarafından çizilmiş sınırların içinde bir devlet olarak kendilerini buldular.
Bu büyük, derin ve ince; hain bir plandır. Çünkü zamanı geldiğinde demografik gerçeklik kendi çıkarlarına hizmet etmesi için düşünülmüştür.
Dolayısıyla Orta Asya Cumhuriyetleri bağımsız bir devlet olarak içinde yaşadıkları sınırları belirlemede herhangi bir etkinliğe sahip olamamış aksine belirlenmiş sınırlar içinde devlet olduklarını kabullenmek zorunda kalmışlardır.
Mesela ortaya çıkan ülkelere baktığımızda; Tacikistan hariç Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kafkaslarda Azerbaycan birçok benzerliğe sahip olmalarına rağmen ayrı devletler olarak varlıklarına devam etmekte ve birçok farklı noktada birbirlerine tehdit oluşturabilecek bir görünüm arz etmektedirler.
Örneğin; Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ sorun ciddi bir problemdir ve bu sorun Rusya Türkiye ve İran gibi Devletleri de kendi aralarında sorunlu hale getirmektedir.
İşin bir başka boyutu ise: Ortaya çıkan ulus devletlerin etnik, kültür, tarihi ve nüfus demografik gerçeklikleri göz önünde bulundurularak sınırlar belirlenmediğinden asgari devlet özellikleri ortaya çıkmıyor. Suni devletler, bilakis ilginç denklemlerle uğraşmak durumunda kalıyor
Örneğin Kazakistan, ülkesindeki kazak nüfusu, genel nüfusa oranı % 42.3 dür. Kazakistan'da Özbekler % 2.3, Kırgızlar % 1.4, Ruslar % 37.9 ve diğer etnik unsurlar % 7.3 dur.
Kazakistan'da yaşayan kazak nüfusun oranı diğer etnik grupların toplamının genel nüfus oranından daha azdır.
Ya da diğer ülkelerdeki gibi birbirine denktir. Her ülkede her etnik unsura rastlamak mümkündür. Dolayısıyla kardeş ve türdeş olmaları gereken bu suni ülkelerin bağımsız siyaset, özgün dış siyaset, ekonomi güvenlik vs gibi unsurları bir devlet refleksiyle yönetmeleri mümkün değildir. Bu ülkeler bölünük etnik yapılarından dolayı sürekli iç çelişkiler ve çatışmalar yaşayacağından daima İç ve Dış Güvenlik kaygılarıyla yaşamak zorunda kalıyor.
Bu kriz etnisite Ortadoğu ülkeleri için de geçerlidir: Ortadoğu coğrafyasındaki devlet sistemlerinin en temel özelliklerinden birisi dini ve etnik olarak azınlık olan grubun çoğunluğu yönetmesidir.
Örneğin Irak'ta yakın zamana kadar çoğunluğu Şii nüfus oluşturmasına rağmen, yönetimin erkinde Saddam Hüseyin'in olması ayrı bir çelişki yumağıdır.
ÖrneÄŸin Türkiye’de azınlık olan laik Kemalistlerin çoÄŸunluÄŸu Müslüman olan toplumu yönetmesi gibi.
OrtadoÄŸu’da ise düzen ve iÅŸleyiÅŸ biraz farklıdır:
Mesela Suriye’de Fransız mandası 1920 yılında baÅŸlamıştır. Arap kökenli Sünnilerin gücünü kırmak için Alevi azınlıkla iÅŸbirliÄŸi iÅŸine girmiÅŸlerdir. Aleviler de bunu kullanmışlardır. Fransızlar burada Aleviler, Kürtler, Dürziler ve Çerkezlerden oluÅŸan askeri birlikler kurarak düzeni saÄŸlamışlardır. Suriye’de 1920 den beri tüm oluÅŸumlarda ve mücadelede azınlıklar desteklenmiÅŸtir. 1954 yılından beri Baas Partisi ülkeye hakimdir. Özellikle 1966 yılında Hafız Esad, Salih Cedid, Muhammed Umran grubunun yaptığı askeri darbe ile yönetim yakın tarihe kadar Alevi azınlığın elinde olmuÅŸtur.
Günümüzde Suriye nüfusunun % 90 Araplardan oluşmaktadır. Kürtler, Türkmenler, Çerkezler, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler etnik azınlıkları oluşturmaktadırlar. Nüfusun % 80 Sünni, % 20 Alevi Şii ve İsmail'i mezheplerine mensupturlar.
Görüldüğü gibi Sünni çoğunluğun Alevi azınlık tarafından yönetildiği Suriye'de etnik ve dini parçalanmışlık iç politikada ciddi sorunlar yaratmış ve bu sorunlar da Suriye'yi dış etkilere ve müdahalelere açık hale getirilmiştir.
Irak'ta da etnik, mezhebi ve dini parçalanmışlık söz konusudur. Tıpkı Suriye’deki gibi birbirine yakın tarihlerde 1963 yılında yapılan askeri darbe ile Irak’ta da Baas Partisi iktidarı ele geçirdi ve Suriye Mısır ve Irak Federasyonu kurdular.
1979 yılında Saddam Hüseyin (İran devrimiyle beraber tarihsel aralıklar önemli) Baas partisi lideri ve devlet başkanı olarak bölge politikalarında önemli rol oynamaya başladı. (1980-1989 arası Irak İran savaşını hatırlayın)
Günümüzde Irak'taki Kürt nüfusu toplam nüfusun% 20'si kadardır. Irak'ta nüfusun %65 Şii mezhebine mensup Araplar ve diğer unsurlar yaşarlar.
İran da böyledir:
İran'da günümüzde nüfusun %50 si Şii inançlı Farslardan, % 22 Şii Azerilerden, % 11 Sünni Kürtlerden ve diğerleri olan Araplar ve Türkmenlerden oluşmaktadır.
Türkiye de bunlara benzer özelliklere sahiptir. Bu demografik yapı tüm ülkeler için kendi içinde sorun olurken, ülkeler arasında da sorunların temelini teşkil etmektedir.
Azerbaycan'ın bağımsızlık kazanması İran ile rekabeti artırırken, İran'ın nüfusunun bir bölümünü oluşturan Azeri azınlık yüzünden güvenlik kaygıları duymasına neden olmuştur. Azerbaycan da Güney Azerbaycan denilen Azeriler yaşadığı bölgede muhalefetin artmasının çalışmalarını yapmıştır.
Türkiye'nin DoÄŸu ve GüneydoÄŸu Anadolu bölgeleri sosyal yapı itibariyle OrtadoÄŸu’ya benzemektedir; etnik ve aÅŸiretlere olan baÄŸlılık bazı bölgelerde ön plana çıkabilmektedir. 80 yıllardan beri yaÅŸananlar etnik yapının ulus devlet potasında sorun çıkarmasından kaynaklanmaktadır. Bu suni sınırlara sahip ulus devletler için kaçınılmaz kaderdir.
Bölge Politik Ortaçağı Aşamıyor;
Ortadoğu ülkeleri etnik dini farklılıkları heterojen nüfus yapılarından ulus-devlet olma süreçlerinin potası içinde eritebilecek fırsatı bulamamışlardır.
Arap devletlerine baktığımızda temel sorun bu devletlerin batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra yeterli derecede devlet olma özelliklerini geliştirememeleridir.
Daha önemlisi, OrtadoÄŸu'daki siyasi birimleri oluÅŸturan devletlerin rejimleri de farklıdır. Bu farklılık OrtadoÄŸu’nun uzun süre istikrara kavuÅŸamamasında önemli ve sürekli roller de oynamaktadır. Mutlak monarÅŸiler, ÅŸeyhlikler, emirlikler, militarist ağırlıklı rejimler, demokratik olmayan Cumhuriyetler, bölge ülkelerinin rejim özelliklerindendir.
Politik kültürün oluşmayışının kökeni koloniyel dönem sonrasında hiçbir politik hak sunulmaması / politik kurumların sivilleşememesi, Adı ne olursa olsun Otoriter rejimlerin hakimiyeti ve Batının etkisi hep hakim etken olmuştur. Bu sistemler asla, Politik kuralların işleyişine asgaride olsa hiç bir anlamda izin vermemiştir.
Dışa bağımlılığın kaçınılmaz kader olması;: Günümüze dek başarılı ve istikrarlı ekonomiler oluşturamayan bölge devletlerinin bazıları Petrol gelirleri sayesinde ayaklarını Yere sağlam basmaktadır. Ayrıca bölge Devletleri arasında bölgesel bir Ekonomik İşbirliği gerçekleşme olasılığı herhangi bir şey üretilmediğinden dolayı çok düşüktür.
Ayrıca sürekli canlı tutulan Şiilik ve Sünnilik gibi mezhep kavgaları da Ortadoğu'daki çatışmaların ve rekabetin devam etmesini sağlamaktadır.
Küresel şirketlerin, bölgenin, uluslararası ve bölge içi ilişkileri çok güçlü bir şekilde yönetmeleri, bölgeyi ortaçağ düzleminde tutmaktadır.
Orta Doğu Bölgesinin genelinde politik yapı İslami radikalleşmenin ve terörizmin önemli rol oynadığı arenaya dönüşmüş durumdadır: Bunun yanında bölge politikalarında terör örgütleri önemli rol oynamaktadır.
Bu hercümerç içindeki siyaset nasıl olur?
İran uluslararası sistemde meydana gelen değişikliği kendi dinamikleri üzerinden okuyarak, ortaya çıkan yenidünya düzeninde kendisine has siyaset ortaya koymuştur.
Bu siyaset; rakipler, düşmanlar, stratejik ortaklar ve dostlar nazarında farklı okunmuş, değerlendirilmiş ve isimlendirilmiştir. Tarihi persçilik, İrancılık, Şiicilik, ulusal çıkarcılık ve özellikle ümmetçiliğin terk edilerek tamamen pragmatist bir siyasete yönelim olarak tanımlanmaktadır.
Ä°ran’ın, Ä°ran ile iliÅŸkilendirilen ülkelerle iliÅŸkilerin içeriÄŸine, zeminine, niteliÄŸine ve ideolojik boyutuna bakıldığında bu tanımlamalar haksız ve yersiz deÄŸildir.
Peki Ä°ran bu suçlamalardan uzak siyaset ortaya koyabilir miydi? Rasyonel olarak düşündüğümüzde evet diyemiyoruz. KeÅŸke yapabilir diyebilseydik. Bu sıkışmışlık Ä°ran’ın yaptıklarını meÅŸru yapar mı? Hayır.
Öyleyse İran Azerbaycan ile yaşadığı hazar havzası ve Azeri sorununu nasıl aşar ya da kontrolünde tutabilir? Kabullenmesek de Şiilik ile; İran birçok etnik yapıyı içinde barındıran ve bunu da temelde Şiilik inancı ile eriten bir ülkedir.
Türkiye, Kürt sorunu adını verdikleri sorunu şuan hangi yol ile aşmaya çalışmaktadır. Dörtlü tekerlemeyi hatırlayalım.
Özellikle İslami köktenciliğe karşı Amerika tarafından model ülke ilan edilen Türkiye, Orta Asya ülkeleri ile olan tarih ve dil bağı yakınlığı sebebiyle kurduğu ilişki biçimi ve hamiliğini (coğrafi olarak hiç birisiyle sınırdaş olmamasına rağmen) meşruiyet zeminine hangi sebepler oturtuyor ise, İran ve veya başka ülkeler de kendisine başka bir parametre üzerinden meşruiyet oluşturur. Bu hakkı kendisinde bulabilir.
Her kriz ya da yeni bir durum, ülkelerin politikalarında yeni parametrelerin kullanılmasına neden olur. Körfez savası ve Amerikan iÅŸgalleri Türkiye’nin OrtadoÄŸu politikasında büyük deÄŸiÅŸikliklere yol açmıştır. Politika güvenlik ekseninde yoÄŸunlaşırken, siyasal yetersizliÄŸimiz ve dengelerin kurulamamasından dolayı Kürt sorunu bölgesel olmaktan çıkıp uluslararası bir platformda konuÅŸulur hale gelmiÅŸtir.
Uluslararası siyaset bazen çok saçma görünse bile çok farklı ve girift bir dengenin gözetilmesini öğretir: 1990 yıllarında Suriye ile yaşadığımız sorunlar devam ederken, Suriye ile Yunanistan arasında savunma anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Suriye, Türkiye ile bir çatışma halinde yunan savaş uçaklarına Suriye hava sahasını kullanma hakkını vermekteydi. Türkiye her iki ülke ile sorun yaşamasına rağmen bu iki ülkenin iş birliği, dengeleri anlayamazsak bize çok saçma gelecektir.
Türkiye’nin Azerbaycan’la kurduÄŸu iliÅŸki, Ä°ran’ın Türkiye’ye karşı PKK ile kurduÄŸu iliÅŸki, yakın zamana kadar Türkiye’nin Ä°srail ile dostluÄŸu ve ittifakı hep baÅŸka denklemleri beraberinde getirmektedir.
Amerika ve batının Ä°ran’a uyguladığı ambargo ve Rusya Ä°ran dostluÄŸu ve ortaklığı ne yazık ki uluslararası siyasetin pragmatist yanından ibarettir.
Ä°ÅŸte bu kaos döneminin en karmaşık aÅŸaması olan Suriye savaşı, Mısırdaki rejim deÄŸiÅŸikliÄŸi ve kendi içine kapanması, Irak’ın parçalanmışlığı özellikle Türkiye’nin bölge aktörlerinin kendisine biçtiÄŸi siyasetin dışına çıkarak; tarihinde ilk defa bu kadar güçlü, bu kadar kararlı ve askeri gücünü ilk kez bu denli bağımsız olarak bu kadar etkin kullanması kaosu kontrol edilemez hale getirdi.
Her zaman Batı tarafından kontrol edilebilen etnik ve mezhebi sosyal yapılar, bu kez İran, Türkiye ve Suudi Arabistan- Birleşik Arap emirlikleri blokunun sahada çok fazla inisiyatif alması ve özellikle Mısırın bölgede kendi sorunları yüzünden etkisinin sıfırlanması; Kürtlerin ve Şiilerin domine eden aktörler olarak ön plana çıkmasına sebep oldu.
Mısırın kendi içine kapanması(Ä°hvanı Müslimin kendisini dinlemeye alması ki bu, bu dönem için büyük hatadır: Sünni damar bu coÄŸrafyada bu neden ile tıkanmış durumda), Suriye’nin savaşın sahası haline gelmesi, Irak’ın parçalanması ve Åžii blokun Ä°ktidarlar üzerindeki gücü, coÄŸrafyada Sünni etkinliÄŸi tamamen pasifize etti.
BaÅŸta belirlediÄŸimiz beÅŸ maddenin sosyo- politikasından dolayı, tüm bu olaylar, Ä°ran’ı merkeze oturttu ve etkinliÄŸini çok fazla artırdı.
Bu aşamadan sonra Türkiye ne kadar bağımsız olduğunu ispat ederse o denli dengeleri değiştirebilir.
Hatta Ä°ran ile iliÅŸkileri OrtadoÄŸu’yu 16 yy öncesindeki asli yapısına döndürülmesi saÄŸlanabilir. Rusya’yı ve Amerika’yı deÄŸil ama Suudi Arabistan ve BAE bloÄŸunu dikkate alarak hareket etmelidir.
Selam ve dua ile
Veysel Ocak
Henüz yorum yapılmamış.